Haber

Akşener: Madem Helal Alacaksınız; O vakte gelmeden aziz milletimizin önüne sandığı getireceksin, helali de öyle isteyeceksin.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “helal” talebini eleştirdi. Akşener, “Haramda eğlenirken dar günde yalnız bıraktığınız milletimizden artık helallik alamazsınız Sayın Erdoğan. Ancak helal olmak istiyorsanız ben size yolu söyleyeyim. Siyasetçi milletiyle televizyon karşısında yaptığı konuşmayla helâl olmaz.Siyasetçi milletiyle sandıkta helal olur.O zamandan önce sen sandığı aziz milletimize getireceksin, sen de sandığı aziz milletimize getireceksin dedi. helal olmak isteyecektir. Sandığı getireceksin bakalım milletimiz sana ne diyecek. Televizyonlara üflemek yetmez. Halep oradaysa taht buradadır. Helal olacağından eminsen hemen kutuyu getirirsin.”

İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, bugün Meclis grup toplantısında konuştu. Kahramanmaraş merkezli deprem sonrası gelişmeleri değerlendiren Akşener, kısaca şunları söyledi:

“SİNAN ATEŞ TARAFINDAN TAM 61 GÜN GEÇTİ”

“Başkentin göbeğinde bir oğul, bir baba, bir eş, bir ağabey ve Sinan Ateş’in katledilmesinin üzerinden tam 61 gün geçti. Alçak bir suikastin faillerinin ortalıkta dolaştığı ve kimsenin bulmaya tenezzül etmediği tam 61 gün. bu hainleri geride bıraktık.Mafyaya, simsarlara, uyuşturucu kaçakçılarına bir kez daha boyun eğdiren devlet yöneticilerinin çaresizliğiyle 61 gün geçirdik.Bu 61 günde adaletsizlik derinleşti, hukuksuzluk daha da aşikar hale geldi. Kibir daha yaygın hale geldi.

“61 GÜN OLDU SAYIN ERDOĞAN DİLE KOLAY, TAM 61 GÜN. KÖPÜKLER TUTUKLANDI, BİBERATÇİLER SERBEST”

Daha önce de bu kürsüden söyledim; ’14 Mayıs’a kadar her konuşmamda aynı soruyu Sayın Erdoğan’a soracağım’ dedim. Sinan Ateş’in katillerini bırakmayacağıma dair söz verdim. Adalet yerini bulana kadar her hafta Sinan Ateş’e hatırlatacağıma söz verdim. Bu haksızlık karşısında asla sessiz kalmayacağıma söz verdim. Nitekim bugün yine bu söz için gerekeni yapacağım. Sayın Erdoğan, ya siz? Haksızlığa boyun eğmeye devam edecek misiniz? Haksızlığa boyun eğmeye devam edecek misiniz? Vicdansızlara sahip çıkmaya devam edecek misiniz? 61 gün oldu Sayın Erdoğan 61 gün oldu lisanı kolay. Kuklalar tutuklandı, kuklacılar serbest. Maşalar tutuklandı, maşa tutanlar serbest. Tetikçiler tutuklandı, azmettiriciler serbest. Ancak yargının görevi herkesin bildiği gerçekleri saklamak değil, o gerçeklere herkesten önce ulaşmak ve gerçekleri ortaya çıkarmaktır.

“SAYIN ERDOĞAN SÖYLEYİN YARGIYI NEDEN GÖREVİNİ YAPMASINA ENGEL OLUYORSUNUZ?”

Ancak ne yazık ki katilleri kaçıran, telefonda talimat veren, suçluları koruyanlar artık davanın zanlısı bile değiller. Sinan Ateş’in ailesinin bildiği gerçekler, yakın çevresinin bildiği gerçekler, hepimizin bildiği gerçekler artık yargının gündeminde bile değil. Yazıklar olsun sana.

Ülkemizi içine hapsettiğiniz tek adam sisteminde görevini yapacak bir kurum kalmadı. Her kurumun amirisiniz, memurusunuz, denetçisisiniz. Ama yine de soruyorum size Sayın Erdoğan, söyleyin yargının işine niye karışıyorsunuz? Söyle bana, kimden korkuyorsun? Söylesene, sorumluluktan kaçarak ne oldu, örtbas edebileceğini mi sanıyorsun? Eğer öyleyse, çok yanıldığınızı peşinen söyleyeyim. Çünkü adalet yerini bulana kadar unutmayacağız, unutturmayacağız. Bu cinayetin gerçek failleri ortaya çıkana kadar unutmayacağız, unutturmayacağız. Banuçiçek ve Bengisu’yu gözyaşları dinene kadar unutmayacağız, unutturmayacağız. Bu arada kural olarak Sinan Ateş’i unutmayacağız, unutturmayacağız. Döndürülmek istenen dümenleri kabul etmeyeceğiz. Gerçek ortaya çıkana kadar bu davanın takipçisi olacağız.

“DEPREM İÇİN HAZIRLANMAYANLAR AFETİN SORUMLUDUR”

İktidarın yol açtığı büyük felaketin yüreğimizde açtığı yara her geçen gün daha da belirginleşiyor. Ailesinden, evinden, işinden, ailesinden olan vatandaşlarımız; Yaşadıklarını anlatmak ve seslerini duyurmak için çabalıyor. Bizler millet olarak bu seslerin duyulması ve yaraların sarılması için tüm zorluklara ve tüm acılara rağmen yorulmadan çalışıyoruz. Ancak her artçı sarsıntıda yaşadığımız büyük felaket bize tekrar tekrar hatırlatılıyor. Ülkemizin bir gerçeği olan beyin sarsıntısı riskine karşı ne kadar hazırlıksız olduğumuzu hatırlıyoruz. Türkiye’yi yönetenlerin güvenliğimizi ne kadar umursamadıklarını hatırlıyoruz. Kendini devletin yerine koyanlara ne kadar güvendiğimizi hatırlıyoruz.

Peki, tüm bu güvensizliğe sebep olanlar ne yapıyor? Sorumluluktan kaçmaya devam ediyor. Devletin sebep olduğu bu büyük felaketi millet olarak iliklerimize kadar hissediyoruz. Ancak hiçbir devlet memuru, tek bir siyasetçi, tek bir bürokrat bile bizim hissettiklerimizi hissetmiyor. Ancak depreme hazırlık yapmayanlar felaketin sorumlusudur. Kurallar, kanunlar, olağan dışı binalar yapanlar, yapılmasına izin verenler, imar affı ile affedenler, müteahhit arkadaşlara yedirenler felaketin sorumlusudur. Milletimize ‘ev’ gibi bir ‘mezar’ yapılmasında menfaati olan herkes bu büyük felaketten sorumludur.

“MİR. KRİZ, DOLANDIRMA SİSTEMİMİZE SEBEP OLAN VE TÜM BU SORUNLARIN ESAS NEDENİ OLAN BAŞ SORUMLUDUR”

Afet bölgesi adı altında bizi olay yeri ile karşı karşıya bırakan herkes sorumludur. Sarsıntının ardından 72 saat milletimizin yardımına koşamayanlar, örgütlenemeyenler, ahengi sağlayamayanlar, saray korkusuyla karar alamayanlar, birbiri ile çatışanların hepsi. bunun yerine sivil toplum, birbirinin söylediklerini yalanlayanlar, interneti kesip kapılarına kadar polis gönderenler hepsi sorumludur. Hele tüm bu karmaşanın asıl sebebi olan Bay Crisis, kişisel emellerini gerçekleştirmek adına canavarca bir sistemle başımıza bela olan tüm bu karmaşanın baş sorumlusudur.

“ARTIK BİR ALGORİTMA OLDU. HER FELAKET ÖNCESİNDE GÜCÜN ELİNDEN GELEN KABİLİYETİYLE SAYIN ERDOĞAN MİLLETİ TEHDİT ETMEYE VE HESAP VERMEYE BAŞLIYOR”

Son 20 yıldır öyle bir zihniyetle çalışıyoruz ki bu örnek oluyor. Bu zihniyetin sahipleri tüm sorumsuzluklarına rağmen hiç utanmıyorlar. Tüm beceriksizliklerine rağmen yüzleri asla kızarmaz. Bütün hatalarına rağmen ortasındaki tek bir kişi bile istifa etmiyor. Ancak kendini sorumlu hissedenler ne yapıyor? istifa ettiler. Kanun önünde hesap verirler. Yani görev ve sorumluluklarını yerine getirirler. Sorumlulardan beklenen de budur. Peki Bay Crisis ve arkadaşları ne yapıyor? Her şeyini kaybetmiş vatandaşlarımızın gözlerinin içine bakıp utanmadan kampanya yürütüyorlar. Utanmadan propaganda yapıyorlar. Utanmadan konuşuyorlar. Artık bir algoritma haline geldi. İktidarın beceriksizliğinden başımıza gelen her musibette önce Sayın Erdoğan televizyona çıkıyor ve milleti tehdit etmeye, suçlamaya başlıyor. Her gün ama her gün sürekli bağırıyor, arıyor, hakaret ediyor. Doğruyu söyleyeni bastırmaya, doğruyu susturmaya çalışır. Yetmez, hızla gider sosyal medyayı kısıtlar. Sonrasında bakmıyor, işler istediği gibi gitmiyor, anketler istediği gibi gelmiyor, tüm algı operasyonlarına rağmen gerçekleri değiştiremiyor, bu sefer yine ekranlara çıkıyor ve helallik istiyor.

“YILLARINIZ, HALKIMIZA ‘ÖLÜM, KORO, KÖTÜ’ DEDİNİZ. BUGÜN ÇIKIYORSUNUZ VE ONLARDAN HELAL GIDA DİLİYORSUNUZ UTANMADAN”

Ne kendisinin, ne bakanın, ne bürokratın sorumluluk üstlenmediği yerde, utanmadan sorumluluğu vatandaşa yüklüyor. Yeter artık Sayın Erdoğan. Depremin üzerinden 23 gün geçti. İlk gün ne dedin? Günü gelince şu an elimizdeki defteri açacağız dediniz. Demek bu aziz milleti düpedüz tehdit ettiniz. Şimdi hangi yüzle çıkıp helal demek istiyorsun? Daha dün milletimize ‘Kader planında olan şeyler’ diyordunuz. Bugün dışarı çıktın ve utanmadan helallik istedin. Daha dün bizim insanımıza ‘ahlaksız, namussuz, bayağı’ diyordunuz. Bugün çıkıp utanmadan onlardan helallik istedin. Daha dün depremzedelere ‘hain’ diye bağırıyordunuz. Bugün çıkıp utanmadan onlardan helallik istedin. Bir de mazlum ve mahrum Adıyamanlı kardeşlerimizi üç gün enkaz altında ölüme terk ettiğiniz için helal istiyorsunuz. Üstelik bunu değersiz bir şeymiş gibi, randevun varmış da 5 dakika geç kalmışsın gibi, borcun varmış da bir iki gün geç ödemiş gibi söylüyorsun. Ayıptır, günahtır.

“ALLAH EVLATININ SORUMLULUK ALMADIĞI VE İSTİFA ETMEDİĞİ BİR DURUMDA HELAL TALEP ETMESİ, ALLAH’IN ‘ADALETLİ OLUN’ EMİRİNDEN AÇIK BİR İNTİKAMDIR”

Bir Başkan, ancak makamının gereğini yaparak vatandaşlarına veda edebilir. Bu, ahlakın ve erdemin gereğidir. Bir yöneticinin vatandaşıyla vedalaşması, istifa etmesi, hesap sorması, sorumluları görevden almasıyla olur. Bunları yapmamak ve üstüne helallik istemek halkla ilişkiler kampanyasından başka bir şey değildir. Ayrıca suç ve haram helal olamaz. Her gün ekranlarda gördüğümüz enkazlar aynı zamanda bu iktidarın hatalarının enkazlarıdır. Devlet başkanının suç ve haramlarının enkazıdır. Bu canavarca sistemin yarattığı büyük yıkımın enkazıdır. Allah’ın bir kulunun bile sorumluluk almadığı ve istifa ettiği bir yerde helallik istemek, Yüce Allah’ın ‘Adil ol’ emrine açık bir isyandır.

“MARAŞ MERKEZİNE GİRECEKSİNİZ, 15 SAAT BOYUNCA SARGILI ALTINDA BABAYI İZLEYECEKSİNİZ VE VİNÇİ BEKLEYEN, VİNÇİ BEKLEYEN, BABADAN HELAL BEKLEYECEKSİNİZ”

Helal olsun istiyorsan bunu banklardan poz vererek yapamazsın. gideceksin; vatandaşlarımızdan helalini bizzat isteyeceksiniz. Bu tür korunaklı çadır tiyatrosu mizansenleriyle mümkün değil. Mutlaka helallik almak istiyorsanız gidip 15 saat enkaz altında kalan yavrusunun elinden tutmak zorunda kalan babadan helal isteyip vinç beklerken ölmesini seyredeceksiniz, Maraş’ın tam merkezinde. Mutlaka helal olsun istiyorsanız Adıyaman merkezde molozların arasından gideceksiniz ‘Soruyoruz AFAD nerede?’ Sesli mesaj atan mazlum ailelerine helal olsun diye soracaksınız. Mutlaka helal olsun istiyorsan gidersin. Malatya’da 15 yıl önce tarım alanlarını açıp bugün mezara çevirenlerin yaptığı binalarda 25 saat enkaz altında kalan annelerinin sesini duymayanlardan helallik isteyeceksiniz. Mutlaka helallik almak istiyorsanız vasıfsız ve beceriksiz bir yönetimin korkunç düzenlemesi nedeniyle hayatını kaybedenlerin yakınlarından gidip helal isteyeceksiniz, bir yandan hava soğuk, bir yandan da soğuk. vinç üç gün boyunca gitmez. Sor da gör Erdoğan Bey, helalleşebilecek misin görelim.

“MEYDANA İNANÇ VERİR GİBİ PARA DAĞITARAK HELAL OLMAZ”

Bu kadar suçun, hatanın, haramın olduğu bir yerde söylenecek son söz helaldir. Meydanlarda sadaka vermek için para dağıtarak helallik alamazsınız. Paltosunu bile vermediğiniz çocuklarımızı kameralar önünde dondurucu soğukta kendinize zırh yaparak helalleştiremezsiniz. Paranın kölesi olan müritlerinizi koruyarak helallik alamazsınız. Senin getiremediğin ama ‘vali’ izin vermediği için ailesine yetiştiremediğin turnayı bulup Adıyaman’a getiren Nehir’den helallik alamazsın. Enkaz altında kalan yakınlarının azalan seslerine kulak verenden helallik alamazsınız. Yetim çocuklardan helallik alamazsınız.

Evladını kurtarmak için yüzlerce kilo betonu tek başına kaldırmaya çalışanlardan helallik alamazsınız. Çok değer verdiğiniz sağlıkçılardan helallik alamazsınız. Hayallerini yıktığınız gençlerden helallik alamazsınız. Çaresizliğe mahkûm ettiğin analardan helallik alamazsın. Cenazesi için kefen arayan babalardan helallik alamazsınız. Sevdiklerini battaniye ile gömenlerden helallik alamazsınız. Tuvalet için hijyen malzemesi mücadelesi verenlerden helallik alamazsınız. Günah işlediğin çok temizliklerden helallik alamazsın. Dondurucu soğukta günlerdir çadır peşinde koşanlardan helallik alamazsınız. Bir damla huzura, iki dirhemlik bir tebessüme ihtiyacın olan milletimizden helallik alamazsın. İmkansız. Böyle bir yüzsüzlük, böyle bir utanmazlık, böyle bir kabalık olamaz ve olamaz.

“SANDIK GETİRECEKSİNİZ, MİLLETİMİZİN SİZE NE DEDİĞİNİ GÖRECEKSİNİZ”

Haramın tadını çıkarırken dar günde yalnız bıraktığınız milletimizden artık helallik alamazsınız Sayın Erdoğan. Ama veda etmek istersen, sana yolu anlatacağım. Bir siyasetçi televizyon karşısında yaptığı konuşmayla milletiyle vedalaşmaz. Siyasetçiler milletleriyle sandıkta vedalaşıyor. Helal alacağınıza göre; O vakte gelmeden aziz milletimizin huzuruna sandığı getirecek, bir o kadar da helallik isteyeceksiniz. Sandığı getireceksin bakalım milletimiz sana ne diyecek. Televizyonlardan bu kadar esmek mümkün değil. Halep oradaysa senin de burada. Helal alacağınızdan eminseniz hemen sandığı getirirsiniz.

“ETİĞİN OLMADIĞI YERDE DEVLETİN BAŞKANI YÖNETMENİN BAŞI DEĞİL, YENİDEN DÜZENLEMENİN BAŞIDIR”

Bir ülkede demokrasinin gelişmesinin önündeki en önemli sorun, ülkeyi yönetenlerin ahlaki çöküşüdür. Çünkü demokrasinin kavramsal temelinde erdem ve ahlak vardır. Ahlakın olmadığı yerde demokrasi gelişemez. Ahlakın olmadığı yerde, yürütme gücü çürütme gücüne dönüşür. Hükümet başkanı, yürütmenin başı değil, çürütme başkanı olur. Bugün yaşadığımız da tam olarak budur. Demokrasimizin önündeki en büyük pranga haline gelen Partili Başkanlık Sistemi ile birlikte ülkemizin karşı karşıya olduğu en temel sorunlardan biri de ahlak sorunudur.

“Çürük binaların yapılmasına izin verilmesi sadece yönetim sorunu değil, aynı zamanda ahlaki bir sorundur”

Örneğin; Üç kuruş daha fazla para kazanmak için çürük binaların yapılmasına izin vermek sadece idari bir sorun değil, aynı zamanda ahlaki bir sorundur. Örneğin; Beyin sarsıntısı riski aşikarken, kira uğruna bu riski göz ardı etmek sadece bir cehalet sorunu değil, aynı zamanda bir ahlak meselesidir. Örneğin; Vatandaşlar çürümüş apartman dairelerinde otururken, 10 yıl önce İskenderun Devlet Hastanesi’nin yıkılması kararı alınırken, yerine yenilerinin yapılmaması ve yerine saraylar, konaklar, arabalar, uçaklar yapılması sadece israf değil, aynı zamanda manevi bir meseledir. Örneğin; Yardım için seferber olan belediyelerimize ‘Siz kimsiniz?’ bu sadece bir kibir meselesi değil, aynı zamanda bir ahlak meselesidir.

“TÜRK KIZILAYI TAMAMEN YOLSUZLUK VE KARARLI BİR YER HALİNDE DÖNÜŞTÜ. ÜLKE YARASINI OLMAK İÇİN ÇADIR Tüccar OLDU”

Örneğin; Binlerce depremzedemiz soğukta beklerken kendi vatandaşına çadır satmak sadece örgütlenme meselesi değil. Bu sadece bir ahlak meselesidir. 155 yıllık Kızılay’ımız Hilal-i Ahmer’de bakın neler oldu. Hilal’e adanmış tüm canları anmak için çalışan Türk Kızılayı, ellerinde ‘naylon bağış’ kurumuna dönüşmüştü bile. Belli ki bu da yetmeyecek, gelinen noktada tamamen paravan bir şirket haline geldi. Ata yadigarı, kötü günlerin dostu, iyiliğin simgesi Türk Kızılayı tam anlamıyla yozlaşmış, çürümüş bir yer haline gelmiştir. Ülkenin yaralarını sarmak yerine çadır tüccarı oldu. Hayal edebilirsiniz? Sarsılan insanlarımız 20 gündür çadır bekliyor. Kızılay ise deposunda çadır stoklayıp satıyor. Bu bir tür küfür olabilir mi?

“KIZILAY’ın deposunu basıp çadırlara el mi koyacaksınız? Kızılay Başkanı’nı da stokçu olarak ‘aldıracak mısınız’?”

‘Yiyecek stoklandı’ diyerek ülkenin kafasını karıştırdınız. ‘Soğan stokluyorlar’ diye depoları bastınız. Milleti ‘patates stokluyorlar’ demekle suçlayıp ‘terörist’ ilan ettiniz. Peki, artık çadır stoklayan Kızılay’a ne dersiniz? Kızılay’ın deposunu basıp çadırlara el mi koyacaksınız? Kızılay Başkanı’nı ateşçi diye ‘alacak’ mısınız? Kızılay’ı her afette içini ısıtan battaniye olarak biliriz. Biz Kızılay’ı aç karnını doyuran ananın şefkati olarak biliriz.

‘AK-KIZILAY’ DEDİ

Kızılay’ı vatan sevgisinin kalbi, yaralılara uzanan yardım eli olarak biliyoruz. Kızılay’ı kötü gün dostu olarak biliriz. Peki ‘Ak-Kızılay’ ne yaptı? Milletimizin belada olduğu bir günde, milletimizin soğuktan donduğu bir günde, bütün Türkiye seferber olduğu bir günde, alnının teriyle emanet edilen milletin helal yardımını utanmadan satışa çıkardı. ticari bir şirket olarak.

Yabancı ülkeler hiçbir karşılık beklemeden arama kurtarma ekipleri gönderdi. Düşman ilan edilenler seferber oldu ve yardıma koştu. ‘Akıl oğlu’ dediklerimiz milyarlarca liralık yardım parası topladı. Ancak bu ülkenin Kızılayı utanmadan kendi vatandaşına çadır sattı. 85 milyon gönül bir oldu ama bu ülkenin Kızılayı kendi vatandaşına çadır sattı. İnsanımız geceleri eksi 18’i bulan soğukla ​​mücadele ederken, milletimiz Türkiye’nin her köşesinde uykusuz kaldı. Ancak bu ülkenin Kızılayı kendi vatandaşlarına çadır sattı. Herkesin aklı ve fikri deprem bölgesindeydi. Ancak STK’lar yardım için sorgulandı. Halkımız devletin kurumlarına güvenmemekle suçlandı. bu ülkenin Kızılay’ı da kendi vatandaşlarına çadır sattı.

“BU ÜLKENİN DÜNYASINDA SATILAMAYACAK DEĞERİ OLMADIĞINI ÇOK İYİ BİLİYORUZ”

Bu ahlaksızlığa, bu alçaklığa, bu rezalete şaşıranlar olduğunun farkındayız. Ancak hiç şaşırmadık. Neden şaşıralım? Bu hükümet geçen yıl yine kendi yargısının bağımsızlığını ihlal ederek Kaşıkçı Davasını Suudi Arabistan’a satmadı mı? Avrupa bozulmasın diye ülkeyi mülteci çukuruna çeviren, milletimizin huzur ve esenliğini satışa çıkaran yine bu hükümet değil miydi? Bu iktidar yine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını yabancılara ikamet karşılığı satmıyor muydu? Bu iktidar yine İngiltere’den gelen çöpleri gömmek için Çukurova’nın tertemiz toprağını satmıyor muydu? Bu yüzden Kızılay’ın bu ülke insanları için ürettiği çadırları depremzedelere satmasına hiç şaşırmıyoruz. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki Sayın Erdoğan’ın dünyasında bu ülkenin satılık olmayan fiyatı yoktur.

Nitekim çıkıp ‘Büyütülecek bir olay değil’ dedi. Günün sonunda hiç utanmadan vatandaşımıza hizmet için gittiklerine dair açıklama yaptılar. Millete kim hizmet etti? Vatandaş yine kendisi. Kimin parası? Milletin parası, işsizlikten kıvranan gençlerimizin parası, mutfağı yanan anaların parası, geçinemeyen emeklinin parası, tarla süremeyen çiftçinin parası, esnafın parası. , memurlar ve taban ücretli… Peki sizin işiniz ne? Neye ihtiyacın var? Madem insan başının çaresine bakmak zorunda, en azından gölgede kalmayın. İşe yaramazsan istifa et. Madem bir ülkeyi yönetmekten acizsiniz, artık milleti üzmeyin. Al bayrağımız kadar değerli bildiğimiz Kızılay sancağını kirletmeyin. Her dönem gurur kaynağımız olan Kızılay’ı daha fazla kirletmeyin. Ahlaksız, bilinçsiz ve küstah yönetim anlayışınızla dokunduğunuz her kurumu deldiniz. Bari, Türk milletinin duvarlarını yıkma, ‘Vicdan Kalesi’ Kızılay.

“DEVLETİMİZİN EN ÖNEMLİ KURUMLARININ AK PARTİ SANAT BAHÇESİ OLDUĞUNA TANIK OLDUK”

Devletimizin en değerli kurumlarının AK Parti’nin arka bahçesi olduğuna şahit olduk. Hükümet başkanının ve vasıfsız ekibinin Türkiye’yi yönetemediğini tüm çıplaklığımızla izledik. 21 yıllık iktidarın getirdiği bu yolsuzluk şimdi hepimizi boğuyor. Kurumlarımızın içini boşaltarak karınlarını doyurmaya çalışanların bu açlığı şimdi hepimizi kemiriyor. Durumdan anlamayan, empati kuramayan, yiğitlikten başka bir şey yapmayan bu tüccar saltanatı artık hepimizi etkiliyor. Kutsal devlet anlayışımızdan yararlanamayanların neden olduğu devasa yıkımın sonuçları artık her alanda kendini gösteriyor. Ancak her şeye rağmen YETER Partisi olarak AK Parti iktidarının yarattığı bu enkazı milletimizle birlikte kaldırmamız gerektiğinin bilincindeyiz.

Sadece sorunlar hakkında konuşarak ve kısır tartışmalarla zaman geçirerek hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimizin de farkındayız. Bu yüzden yangını söndürmek için buradayız, mal kaçırmak için değil. Tam da bu nedenle depremin olduğu ilk günden itibaren sahada vatandaşlarımızın yanında olduk. Afete Uyum Merkezimiz çatısı altında arama kurtarma ekipleri kurduk ve insanlarımızı enkazdan çıkardık. Bölgedeki ihtiyaçları tespit ederek yardımlarımızı yönlendirdik. Vatandaşlarımızla birlikte oluşturduğumuz yardım tırlarını depremzedelerimize ulaştırdık. Sahra hastaneleri kurduk. Aşevleri kurduk. Portatif tuvaletler ve çadırlar aldık. Maruz kalan insanlarımızı bölgeden tahliye ettik ve barınma sağladık. Birçok arkadaşımız halen deprem bölgesinde çalışmalarını sürdürüyor. Gereksinimler hala belirlenmekte ve sağlanmaktadır. Gençlik kuruluşlarımız, pedagogların tavsiyesi üzerine depremzede çocuklarımız için motivasyon etkinlikleri düzenliyor. Üstelik amacımız sadece mevcut yarayı kapatmak da değil. İleride yeni yaralar açmamak için de durmadan çalışıyoruz.

“MİLLETİMİZİ BİR ÇANTA SORUNLARLA YİNE BIR ARAYA BIRAKTIK”

Bu depremin ülkemizin demografik yapısını değiştirmemesi için yapılması gerekenleri söylüyoruz. Üniversitelerin kapanmaması, eğitimin verilmemesi, depremzedelerimizin barınması için KYK yurtlarını kapatmadan başka analiz yöntemlerinin de mümkün olduğunu anlatıyoruz. Nitekim geçen hafta bu kürsüden tüm gözlemlerimiz ve tüm çalışmalarımız sonucunda hazırladığımız Acil Eylem Planımız ve İnsani Sanayi Bölgeleri projemizden bahsetmiştim. Tarımdan sağlığa, sanayiden istihdama, eğitimden kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine, sığınmacılardan barınma sorunlarına kadar birçok hayati alanda kısa, orta ve uzun vadede yapılması gerekenleri anlattım. Ancak geçen hafta iktidar partisinden bu analiz önerilerini merak eden olmadı. Nitekim Meclis’e sunduğumuz teklifimizi oybirliğiyle reddettiler. Kendileri için somut bir eylem planı uygulamadılar. Bunun yerine, her zamanki gibi, öfke, nefret ve nifak yayıyorlar. Yani milletimizi tekrar tekrar bela yumağıyla baş başa bıraktılar.

Tüm süreç boyunca enkazları kaldırma mücadelesi veren milletimiz, attığı her adımda yeni enkazlar bırakan beceriksiz bir hükümet buldu. Başımıza bela olan bu canavarca sistemin neden olduğu bir idari krizin ortasında kalan halkımız çaresizliğe kapıldı, çaresizliğe kapıldı ve kendini yalnız hissetti. Ama her şeye rağmen pes etmedi. Birbirlerine ulaşmayı bırakmadılar. Bölmek, ayırmak, ayırmak, düzen içinde birlik olmak isteyenlerin karşısında omuz omuza durdu. Cümle millet olmanın ne demek olduğunu dünyaya gösterdi. Bu nedenle kimse merak etmesin, bu zorluğu hep birlikte aşacağız. Yaralarımızı her zaman birlikte saracağız. Millet olarak el ele vereceğiz ve mutlaka daha iyiye gideceğiz. Zengin, mutlu ve güçlü bir Türkiye’ye mutlaka ulaşacağız.

“BUGÜN BİR ATEŞ DENEYİMİYLE KARŞIYAYIZ”

Bugün bir yol ayrımındayız. Bugün ateşle imtihanla karşı karşıyayız. Bugün bir seçim yapmak zorundayız. Ya milletin yolunda başımız dik yürüyeceğiz ya da milletin geleceğini heba edenlere kumar masalarında fırsat vereceğiz. Ya ateşten bir gömlek giyip bu imtihandan geçeceğiz ya da gönülsüz küle gideceğiz. Ya Cumhuriyetin yeni yüzyılında yeni ve parlak bir tarih yazacağız ya da dayatmalara boyun eğip Türkiye’nin üzerine biçilen trajediyi en ön saflardan seyredeceğiz. Ya beyaz zambaklara hayat vereceğiz ya da önümüze serilen gazap üzümlerine razı olacağız. Önümüzde ki bu ateşli imtihanı parti içi bir sorun veya ofiste bir sohbet olarak görenlere bu vesileyle seslenmek istiyorum.

Herkes kendi üzerine alıp çok iyi düşünsün ve kimse unutmasın; bazen gerçek bir komutan olmak için apoletlerden vazgeçmen gerekir. Gerçek bir çaba için önce kendinle barışmalısın. Küçük hesapları bırakıp gerçek tehlikeyi büyük resimde görmek gerekiyor. Seçimimiz dün belliydi, bugün de belli. Yolumuz dün nasılsa bugün de aynıydı. Karşımıza kim çıkarsa çıksın, önümüze ne çıkarsa çıksın, dün de bugün de itirazımız aynıydı ve dün koskoca yumruğumuz havadaydı, bugün de önce Allah var. Çünkü Kızılay çadır tüccarı olduysa, yürütmenin başı çürütme başkanıysa, Merkez Bankası kendi ülkesinin hazinesine para bağışlıyorsa, televizyona geri dönenler bir liradan az faizle teşvik alıyorsa. 21 yılını beton dökerek geçirenler bir gün sonra betonlar altında kalan koca bir ülkeye yeni beton vaad edebiliyorlarsa evlatlarını kaybetmişlerdir. Halkımızın haklı sitemleri sarayın ikiyüzlü duvarlarını aşamaz ise, yapılanların hesabı verilmez, hesap soranlardan hesap sorulur. Devlet soru soranları kendi sorgu odalarına alıyorsa, ‘Devlet nerede?’ Bunu diyene soba yerine sopa geliyorsa başka bir şey söylemek gerekir. Şimdi bir seçim yapmalısın. Artık şahsi hesapları bırakıp millet için vatan için yapılması gerekeni yapma zamanı.

“İNSANLARIN SÖZLERİ DEĞİL, MİLLETİN İRADESİ GÖSTERECEKTİR”

Çünkü tüm bunlar olup bitiyor; 21 yıllık bir gafletler zincirinin sonucunda ortaya çıkan beceriksizlik ve aptallığı artık tamamen aşmış, vicdan ve insanlıkla ilişkisini tamamen kesmiş örgütlü bir kötülükle karşı karşıya olduğumuzu tüm çıplaklığıyla anlatıyor. koca bir ihanet ağı özenle yoğrulur. Türkiye Cumhuriyeti’ni 21 yıldır yöneten iktidar, tüm kurum ve kuruluşları yerle bir etmiş, hedefinden uzaklaştırmış, kendi şeytani emelleriyle bozarak yok etmiştir.

“YİYENİ ŞEYTAN ETTİREN ZEHİRLİ BİR MEYVE AĞACI”

İktidar organları artık bu hain şebekenin, ters yönde çalışan bir saatin, yanlış yönü gösteren bir pusulanın, yiyeni şeytanlaştıran zehirli bir meyve ağacının elindedir. Ve bugün, 100 yıl sonra, vatanın bütünlüğü, milletin bekası ve bağımsızlığı bir kez daha tehlike altındadır. Saray hükümeti sorumluluğunu yerine getiremiyor. Hükümet başkanı gaflet ve sapkınlıkla aldığı her kararla ülkeyi uçuruma sürüklüyor. 100 yıl önce olduğu gibi bugün de milletin bağımsızlığını milletin azim ve kararı kurtaracaktır. O kararı 3-5 kişi değil millet verir ve uygular. Kişilerin keyfi değil, milletin iradesi ortaya çıkacaktır. Millet ne derse o olacak, o değil. Kimse merak etmesin, kazanan kesinlikle Türkiye olacak.”

demirciajans.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu